BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

28 Şubat 2011 Pazartesi

Yumuşak Sürüş



-Hep yanlış soruları sordular bebeğim; ama doğrusunu bilseydim burada olmazdım.
-Bu bir hakaret mi?
-Hayır bebeğim, hareket, hadi, yaylanalım.
-Tamam ama önce bekle beni. Tampon değiştirmem lazım.
-Tamamdır, iyi bir han'fendinin tampon değiştirmesi gerekir, bilirim.

İzbe bardan dışarı çıkışımız böyleydi işte. İki ya da üç gün sonra yırtık bir köşebaşında onu da kaybettim. Fena olmadı, dedim. Kendine vakit ayırırsın. Bir sonraki uyanışımda tabladaki geçmişiyle övünen siki kül olmuş sigaralarla ben vardım. Ve evimde değildim.


Zorlasam vitrinlerdeki ifritleri bile dize getireceğime inancım kalmamıştı.

Kazanova'ya bir uğradım. Tabureler, Chivas Regaller, eski L4Z konser afişleri ve şevhetin sarım başı titrekliğiyle karalanmış bir iki edepsiz söz yerli yerindeydi. Bir de ben.

Cebimde beş kuruş da yoktu üstelik. Mangırı düşünmek koyuyordu da. Çalışmazsın, iş güç ya da dolandırıcılıkla uğraşmazsın. Gençliğini yitiren aktrisler gibi pek bir seçeneğim yoktu. Çocukken babamdan haftalık isterken dahi daralırdım. Birine borçlu olmak yerine kasıklarımı kırpmayı tercih edebilirdim. Şimdi istasyonda hangi kızın elinde pompa, pek haberim yok.

Hepsi bir, hepsi bir.
Anons ediliyor kafamın için.
Anlamı ne, kime pek bir haberim yok..

Bir de, evet evlat doğru yoldasın,lar var.
Hangi el omzuma dostça iniyor, müphem.


Siktir, saat altı olmuş, şimdi Yanık'ta olmalıydım. Program başlamıştır.
İyi rüzgar var, ceketin önü iki yana savruluyor.
Gönderdeki yanlış bayrak gibi.
Tabelaların ve neonlu ışıkların ve yere bakan insanların kılavuzluğunda mekana varıyorum.
Tıklım tıklım.
Çok gürültü var ve Tayt'ı görüyorum.
-N'ber tayt, memlekette durumlar nasıl, işgal falan.
-Tennessee işgalden kurtulalı epey oldu be a'bi ve şu anda yeniden imar ediliyor.
Mekana bakıyorum göz ucuyla ve
-Bakıyorum kalasları buradan ithal ediyorsunuz.
-Fena adamlar değiller aslında, daha fazla renkliler.
-Gökkuşağı gibiler aslında, pek çok renk ama tek bir palet.
-Siktir et, bak Nesi'ler geliyor.

Nesi fena herif değildir. Uzun zaman sokakta ne kadar iş varsa yapmış. Şimdilerdeyse içkiler arasında dikey geçiş yaparken bir iki parlayıp, korsan kitap ve gürcü camel pazarlıyor.
Gelgör ise ressam. Dağ, güneş ve bulut çizme konusunda ustalaşmak üzere. Son zamanlarda Mary Jane'le dans ederken dağlarda kullanacağı morun rengini ölçüp biçiyor.
Ve Müne. Dehşet bir kalçası var. Ve yaratanın es geçmediği sütun bacaklar. İyi hatun, paranoyaya bağlamadığı sürece.

-Shit, n'aber pezo?
-İkinci kanaldan devam edeceksek not bad, yok ana kanaldan devam diyorsan Nesi, iç güveysinden hallice.
-Aksisin, diyor Müne.
-Evet, melankolim palazlandı.
-Onu geç, ne zaman kaçıyoruz, diyor Tayt Nesi'ye.
-Damarda akacak kan durmaz. Buralarda sürttüğümüze göre daha zamanı değil.

Sessizce etrafı süzüyoruz. Masaişçilerini göremeyince Tayt biraları almaya gidiyor. Normalde kıçınızın dibinden ayrılmazlar ama bu kalabalıkta..
-Biralar beyler. Ve bayan.
-Eyvallah, diyoruz tek ağızdan.

Hepsi bir, hepsi bir.
Hepsi bir, hepsi bir.

-Hepsi bira mı, diyorum biraların köpüklerini solduracak kadar yalıtkan bir süre sonra.
-Ne bok sandın bro, diyor Nesi. Gelgör'ün projeden haberin var mı?
-İçinde kanepe, sergi ve entel geyik yok garanti, diyor Müne.
-En iyi hamleni yap dilsiz Gelgör, diyorum. En iyi hamleni yap.
-Kaptan, diye başlıyor, gel gör ki...




27 Şubat 2011 Pazar

şarap okuyorum ve eskisi kadar da iyi yazamıyor.


Çok önemli anlar vardır, bu da onlardan biri. Elimdeki kitabı bırakıp çakıya uzanışım.. İlkiyle olmasa bile ikinci davranışımla açılışı. Kayıtsızca ikinci sınıf metaldeki yansımamı izlemem. Bunlar pek yabancı olmadığım ve yazarını da hatırlamadığım zelzeleler. Asıl olay sıçmam.
Ama önce..


-Neden telefonunu vermiyorsun, daha rahat ulaşırsın bana..
-İnan çok isterim ama en son telefonumu adli tıbbın çatısına fırlattım ve tekrar fırlatmamla zincirlenecek bir tepkimeyi göze almak istemiyorum. Onu bırak da biraz da tanıya.. el yordamı.. ne der.. (?)





Buysa yazanından emin olduğum bir senaryonun üstünkörü diyalogu, başarılı da sahneye koyduk hani. Siktiğimin oscar ödüllerinin  nezih otopark kenarlarına verilenini kazandı ve konuşmam da fena değildi. Özellikle mahallemizin değerli yaşayan(!)ları yok mu, çok ateşli hayranlar.

İlgimin çakıdaki aksimden sıyrılması. Kendisine ilgisini yitiren bir adamı yeni kudüse kral yapsan da o ruh, savaş meydanına dönmez. Amacını kaybetmiş bir insanın bakışlarından söz ediyorum. Bilmem nerde savaşmış -en fazla sizin ilginiz kadar ilgim var buna- taşakları torbasında, sırtında. Raylardan hiç ayrılmadığını ve mevzusunu -ki artık neyse- nerede tamamlayacağı pek önemli olmayan birinin, birisinin yüzü (olsundu, oldu).

-Haydutluğa hazır mısın?
-Ne haydutluğu, ne oldu?
-Sadece bırak kendini bana ve izle olacakları.

Bir bok olmadı. Elimde çakı ve kafadan kapatırım dediğim çakı, bursa olmasına rağmen bueno diyor bana. Bir çift dudak arıyorum, yok. Cuma gecesi sızıyor içeri. Ve tuvalet kağıdından koca bir tomar toplamam gerekiyor.

Çok özel anlardan biriydi işte. Elektronik müziğin tedirgin eden cızırtısı ve ritmimi unutturan baslarıyla,

-Ne zaman değiştirdin parçayı bebeğim, diye sormadan edemedim.
Kutsal bakirenin kulağa harika gelen tomurcukları, Siktir..